Pasurun Sesi Gazetesi olarak, Diyarbakır’ın yüreğiyle söyleyen, sözüyle direnen, sesiyle iyileştiren sanatçısı Ercan Kan ile bir araya geldik. Müzikal yolculuğunun başlangıç noktasından bugüne uzanan bu söyleşi, yalnızca bir sanatçının hikâyesi değil; aynı zamanda bir halkın belleği, bir coğrafyanın sesi ve bir ruhun derinliklerinde yankılanan şarkıların izini sürüyor.
Ercan Kan, kendine has yorumuyla özgün halk müziğini günümüz dinleyicisine taşıyor. Şarkılarında aşk da var, ayrılık da, özlem de, isyan da. Sanatını sadece duygularla değil, aynı zamanda düşünceyle de örüyor. Her kelimesi, her melodisi bir tanıklık, bir duruş. Bu söyleşide onunla sadece şarkılarını değil; yaşadıklarını, direndiği zorlukları, beslendiği kaynakları ve hayata dair düşüncelerini de konuştuk.
Hazırsanız, bu duygusal ve düşünsel yolculuğa birlikte çıkalım.
Müzik yolculuğunuz nasıl başladı? Bu yola girmenize sebep olan şey neydi?
Açık konuşmak gerekirse, bu ülkedeki kardeş kavgası, insanı derinden yaralayan o patolojik toplumsal yaralar beni bu yola itti. Müzik, benim için sadece bir sanat dalı değil; aynı zamanda bir iyileşme, onarma ve sevdayla haykırma biçimi. Ahmet Arif’in dizelerinde, Ahmet Kaya’nın şarkılarında, Aram Tigran’ın duygularında ve büyük ozanların mirasında hep bir çağrı vardı bana. O çağrıya kulak verdim ve aşkın büyüttüğü bir yolculuğa, müzikle çıktım.
Diyarbakır gibi güçlü bir kültürel kimliği olan bir şehirde büyümek müziğinizi nasıl etkiledi?
Amed, sadece bir şehir değil. Aynı zamanda bir kimlik, bir direniş ve çok katmanlı bir tarih. Politik iklimi, yaşanmışlıkları, dili, acıyı ve sevinci aynı potada eriten bir coğrafya. Bu coğrafyada müzik yapabilmek için Mezopotamya tarihini, halkların yaşam döngüsünü ve politik hafızayı çok iyi anlamanız gerekiyor. Ben de bu bağlamda kendi müziğimi bu mirası anlayarak, sindirerek ve taşıyarak inşa ettim.
İlk kez sahneye çıktığınız anı hatırlıyor musunuz? O an neler hissettiniz?
Elbette. Unutulacak gibi değil. İlk aşk gibi bir şeydi… Hem çok heyecanlıydım, hem çok endişeli. İçimde tarifsiz bir utanma duygusu da vardı. Amatörlüğün en saf haliyle yaşadığım o an, hâlâ içimi titreten bir anıdır. O gün hissettiğim şeyler, bugün bile sahneye çıkarken kalbimin derinliklerinde kendini hatırlatır.
Müzikal anlamda örnek aldığınız sanatçılar kimler?
Müziğimin ruhunu besleyen, sesime yön veren birkaç isim var: Ahmet Kaya, Ahmet Arif, Aram Tigran ve Şakiro… Hepsi kendi döneminin vicdanı olmuş, müziğiyle halkın yüreğine ses olmuş insanlar. Onlardan ilham alarak, kendi yolumu çizmeye çalışıyorum.
Kendi tarzınızı nasıl tanımlarsınız? Arabesk, halk müziği, pop… Hangi türde kendinizi daha iyi ifade ediyorsunuz?
Kendimi net biçimde “özgün halk müziği” içinde konumlandırıyorum. Çünkü bu tarzda hem bireysel hem toplumsal meseleleri, hem aşkı hem öfkeyi en sade ve etkili biçimde anlatabiliyorum. Popüler kültüre sıkışmadan, halkın diliyle konuşan bir müzik yapmak istiyorum.
Şarkılarınızı seçerken ya da yazarken nelerden ilham alıyorsunuz?
Genelde toplumsal olaylar, yaşanmışlıklar, aşk, ayrılık, direniş ve insani duygular… Şarkılarımı beslendiğim hikâyeler büyütüyor. Duygular, yaşanmış öykülerle çoğalıyor ve müzikle ete kemiğe bürünüyor. Yani benim için her şarkı, aslında yaşanmış bir duygunun yankısıdır.
“Sizi en çok anlatan şarkı” dediğiniz bir eser var mı?
Bir değil, birkaç şarkı diyebilirim aslında. “Diren Direne Kazanacağız”, “İki Dil Bir Yara”, “Adalar Adaların Adası” ve “Mevzu İsyan İse”… Bu şarkılarda hem kişisel duygularım hem de toplumsal duruşum saklı. Özellikle “Dertlerimi Yaza Yaza”da, içimde yıllardır büyüttüğüm yalnızlık, umut ve mücadele birlikte akıyor.
Müzik üretim sürecinizde önce söz mü gelir, melodi mi?
Benim için söz çok kıymetlidir. Çünkü söz, duruşunuzun aynasıdır. Ne hissettiğinizi, neye inandığınızı gösterir. Melodi ise o sözlerin duygusal izdüşümüdür. Genelde önce söz gelir, sonra onun etrafında melodi örülür.
Yeni şarkınız “Dertlerimi Yaza Yaza”dan bahseder misiniz? Klipteki enstrüman çeşitliliği çok dikkat çekici.
Bu şarkı bizim çok üzerinde çalıştığımız, hem teknik hem duygusal olarak çok emek verdiğimiz bir proje oldu. Günümüz müzik kalitesine uygun tınılar yakalayarak, hem geleneksel hem modern öğeleri harmanladık. Enstrümantal zenginlik, bu duyguyu daha derin ve daha etkili biçimde dinleyiciye ulaştırmak içindi. Umarım bu emeği hissettirebilmişizdir.
Diyarbakır’da sanatçı olmak nasıl bir deneyim? Zorlukları ve avantajları neler?
Diyarbakır gibi politik ve kültürel anlamda yoğun bir şehirde sanat üretmek hem çok zor hem de çok onurlu bir şey. Kozmopolit bir ülkede, potansiyel bir hedef haline geliyorsunuz ama bu aynı zamanda sizi daha dirençli, daha kararlı bir sanatçı yapıyor. Diyarbakır’da sanatkar olmak bir gurur vesilesidir.
Şehirde genç müzisyenlere verilen destek yeterli mi sizce?
Ne yazık ki değil. Sanatsal faaliyetler genellikle amatör ruhlu insanların kişisel çabalarına bırakılmış durumda. Altyapı yetersiz, destek mekanizmaları sınırlı. Emek veriyorsunuz ama geriye çoğu zaman yalnızca kuru bir müzik kalıyor. O da insanı yalnızlaştırıyor.
Diyarbakır’da konser verdiğinizde, izleyiciden nasıl bir enerji alıyorsunuz?
Diyarbakır seyircisi çok başka. Bilinçli, duyarlı ve derinlikli. Ama müzik özgürlükle ve ekonomiyle doğrudan bağlantılı bir şey. Bu şehirde sahneye çıkmak, çok donanımlı ve iyi yoğrulmuş olmayı gerektiriyor. Her geldiğimde başka bir heyecan duyuyorum. Bazen kendimi bir üniversitede ders anlatan bir hoca gibi hissediyorum. Diyarbakır benim hayallerimin karşılığıdır.
Hayranlarınızla iletişiminizi nasıl sürdürüyor, sosyal medyayı nasıl kullanıyorsunuz?
Sosyal medya bu çağın en güçlü iletişim aracı. Beni dinlemek, bana ulaşmak isteyen herkes sosyal medya üzerinden kolaylıkla ulaşabiliyor. Bu anlamda hayranlarımla sürekli temas halindeyim.
Sizi en çok etkileyen dinleyici yorumu neydi?
Genelde gelen yorumlar çok romantik ve onur verici oluyor. Ama özellikle Diyarbakır’da sahne almamla ilgili gelen bir yorum hâlâ kulaklarımda: “Diyarbakır’da konser vermek için iyi yoğrulmuş ve harmanlanmış bir sanatkar olmak gerekir.” Bu cümle benim için çok kıymetli.
Müzik dışında neler yapmayı seversiniz? Sizi ne mutlu eder?
Çocuklarla vakit geçirmek beni çok mutlu ediyor. Onlarla geçirdiğim her an, bana yaşamın özünü hatırlatıyor. Ayrıca sahip olduğum yetenekleri çocuklarıma aktarmaya, onları geliştirmeye çalışıyorum. En büyük mutluluğum bu.
Beş yıl sonra Ercan Kan’ı nerede görüyorsunuz?
Bu ülkede müzik, ne yazık ki hâlâ yeterli ekonomik özgürlüğü sağlamıyor. Bu yüzden müzik dışında da çeşitli işlerde çalışarak ayakta durmaya çalışıyorum. Ama nerede olursam olayım, insanlara iyi gelen ne varsa orada olmaya gayret ederim.
Son olarak, genç sanatçılara ya da müziğe başlamak isteyenlere ne tavsiye edersiniz?
20 yıllık bir tecrübeyle söylüyorum: Müziğe başlamak her insanın hakkıdır. Ama yetenek kadar eğitim, araştırma ve emek de çok önemlidir. Enstrümanlarla tanışın. Kimseden iltifat beklemeden, alkışa aldanmadan yol alın. Emek vermeden gelen başarı, kaybolur gider. Eğitim şart. Müziğe yürekle, bilinçle ve cesaretle girin.
DİYARBAKIR HABERLERİ
27 Ağustos 2025DİYARBAKIR HABERLERİ
27 Ağustos 2025DİYARBAKIR HABERLERİ
27 Ağustos 2025DİYARBAKIR HABERLERİ
27 Ağustos 2025DİYARBAKIR HABERLERİ
27 Ağustos 2025DİYARBAKIR HABERLERİ
27 Ağustos 2025EKONOMİ
27 Ağustos 2025